Monday, December 7, 2009

Çilekeş - Katil Dans (Unoffical)


Çilekeş - Katil Dans (Unoffical)

JaN ! | MySpace Video


Hakki yenen bir album daha. Sisirin sacma sapan albumleri... Inadina devam ediyorlar iste...

The Clash - Bankrobber



Eskilerden kim kaldi beah!!!

Monday, November 16, 2009

Ceynur



Gece yatakta uyumaya calisirken bile agzima dolaniyor. Ne sarkiymis yahu...

Monday, October 12, 2009

Magazin mücahitleri - Yildirim Turker'den...


Çok üzücü olduğunu bilmekle birlikte adını koyalım: Türk magazinciliği, basınımızın ortalamasıdır.
Defalarca durumu özetlemeye çalıştık. Ama bu topraklarda krize bulunan çözümler krizi derinleştirmekle kalmayıp alternatif çözüm arayışlarını da krizin müsebbibi ilan eder.
Cehennem miladımız olan 12 Eylül’le birlikte basının magazin alanını keşfi at başı gider. Bunda elbette şaşıracak bir şey yok.
Ümüğüne oturulan basınımızın yitirdiği sözün yerine koyduğu magazinleştirilmiş hayat resmi ile birlikte ‘entel, dantel’ ilan edilen dünyanın suretleri kapı dışarı edildi.
Basının önde gelen işlevi gerçeklikle aramıza yaldızlı bir perde germekten ibaret hale geldi.
Gazetelerimiz öncelikle ‘kadın ekleri, kadın sayfaları’yla başlayıp giderek bütünü belirleyen bir dile yamandılar. Bu dilin çağırdığı okur, mütecessis, canı sıkılan, orta sınıftan, şehirli, apolitik bir vatandaş. Popüler kişilerin şahsi hayatları olarak pazarlanan ürünlere düşkün. Ama bununla kalmayıp okuduğu yazarların şahsi hayatlarını da günbegün izlemek, onlarla da sanal bir akrabalık kurmak istiyor.
Bütün gazetelerin en mutena köşesinde her gün kafasını kurcalayan şeyleri ve özel hayatının gelişen sahnelerini aktaran son derece sıradan olmakla beraber, hatta tam da onun için müthiş bir şehvetle izlenen yazarlar türedi. Genel olarak ‘içtenlik’ ülküsüyle yücelen bir konum olduğu iddia edilen bu köşelerin çoğu kadın olan yazarları gerçekten de çok okuru olan, dolayısıyla gazetenin prestijli unsurları. Bir kısmı başka bir alanın ünlüsü olup dahiyane bir fikirle kendilerine gazete yazarı olmaları teklif edilmiş. Adına ‘life style’ denilen bir konu alanı. Şık, iyi, zevkli, uygar, eğlenceli yaşamak için okura bütün bir hayatını açarmış gibi yaparak kendi deneyimleriyle yol göstermek.
Her yazıda kendini başrolde oynatan şımarık kolejli kız tiyatro kulübü yönetmeni. Gümrah gümrah pop psikolojisi. İnsan ruhunda neşeli hoşgörü turları. Uçuk taklidi son derece yavan delimsireklikler. ‘Bu sabah yataktan pek aksi kalktım. Köpeğin maması kalmamıştı’ muhabbetleri. Zeki, çağdaş, delibozuk kadın; dahi çocukluktan bu yana geçememiş, kendini tiye alabilen amerikan erkeği. Bitmek tükenmek bilmez bir soap opera. Dizi dizi pembe dizi.
Şahsi dille pazarlamayı karıştıran, son derece denetimsiz bir teklifsizlikle ardında hiç malzemesi olmayan bir öznellik.
Haberlerin sunumuna da yansıdı elbet bu tavır.
Kendini şan şöhretin doruklarında bulan, yazdığı sözde siyasi yorumcuklarla kendinde bir kanaat önderliği vehmeden gazete yazarları, doğru dürüst muhabirleri de kapının dışında bıraktı.
Ana akım basınımızın daracık ufku, yaratmış olduğu bu saldırgan yazar müsveddelerinin ‘life style’ terörüyle sınırlı.
Sonuçta zamanla okurda böyle bir talep oluşturan basın iktidarının kendini ‘arz-talep meselesi, alan memnun-veren memnun’ türünden amiyane klişelerle savunmaya hakkı var mı? Olabilir mi?

Timuçin Esen linçi
Andıçlarla, alçak teşhir ve yaftalama numaralarıyla siyaset alanında üretilen sözü zapturapt altında tutmaya çalışan basınımız, bir yandan da kahraman-delikanlı magazin mücahitlerinin palazlanmasına yol açtı.
Şahsi hayat pazarlaması pazar oldukça eli otomatik kameralı bir güruh gece sokaklarında önlerine çıkana kök söktürüyor doğal olarak. Çünkü sıcacık evlerinde-bürolarında kendilerinden nasıl ve ne yolla olursa olsun ‘haber’ bekleyen amirlerinin elinde, sendikasız ekmek paraları.
Üstelik marifetlerini ‘aç sınıfın laneti’ne dönüştüren bir dil de dolaşımda. Yağmur çamur demeden günde 24 saat ağır kameralarının altında ezilerek haber bekleyen emekçiler tanımı, onları dokunulmaz kılıyor.
Antalya Film Festivali’nin gala gecesine katılan Nugül Yeşilçay ve Cem Özer kollarına siyah bantlar takarak Timuçin Esen’e reva görülen zulmü protesto etmiş. Bantların gerekçesini öğrenen magazin basıncıları da onları kamera ve mikrofonlarını yere bırakarak protesto etmiş. Aman da ne onurlu bir direniş!
Oysa kendilerini yalvar yakar uzaklaştırmaya çalışanların karşısında kamera ve mikrofonlarını yere bırakmak ne kelime, insanların kafasına indirmeyi de iyi biliyorlar.
Timuçin Esen, genç bir oyuncu. Şimdiye dek magazincilerle hiçbir enseye tokat göze parmak ilişkisine girmediğini biliyoruz. Kendini ve hayatını korumaya çalışan, şan şöhret peşinde çırpınmayan bir vatandaş olarak ne bir söyleşi ne bir demeçle ödüllendirdi magazincileri.
Başına gelen ve sonunda basın etiği tartışmalarına neden olan olayları mahcup maskeli basınımız yine de bölük pörçük, basbayağı montajlı veriyordu.
Olan biteni kendisinden dinledim. Onun da izniyle sizlerle paylaşmak isterim.
Esen, ‘abi’ diye hitap ettiği elli yaşının üstünde iki arkadaşıyla birlikte bir yerde müzik dinleyip birkaç içki içiyor. Gazeteciler bekliyor diye uyarıldığı için mekanın arka kapısından çıkıyorlar. Ama beş altı kişi ellerinde kameraları ve gözlerine patlattıkları ışıklarla kendilerini bekliyor. Esen, hep yaptığı gibi sorulara cevap vermeden yürümeye koyuluyor. Arkadaşları da. Onurlu basın emekçisi kardeşler, onları ite kaka etraflarını sarıp ısrarla görüntülüyor. Esen’in arkadaşlarından biri, ‘artık çekmeyin, konuşmuyor işte’ diye kameraların önüne dikiliyor. Emekçiler birden hakaret etmeye, ‘Sen kim oluyorsun ulan, vs.’ muhabbetine geçiveriyor. Çünkü biliyorlar ki ekmek aslanın ağzında. Timuçin arkasına döndüğünde arkadaşının üstüne çullanmış olduklarını görüyor ve sabrı tükenerek onların üstüne atılıyor.
Dalaştan sonra ayrılan gruplar yollarına gidiyor ama direnişçi basın emekçileri çoktan arkadaşlarını çağırmış, neredeyse 40 kişilik kameralı bir grup olarak Timuçin’lerin peşine düşmüş bile. Bu arada yakın ilişkide oldukları anlaşılan Beyoğlu Karakolu’nu da ayağa kaldırmışlar. Artık gazetecilerimiz polise de bir rol yüklemişler, bu muhteşem senaryonun her anını kaydediyorlar. Başka kurbanların anlatımlarından da biliyoruz. Haber üretmenin önde gelen yolu, ‘filanca sarhoş, olay çıkarıyor’ diye polis çağırıp polisin gelmesiyle birlikte pusulardan fırlayıp kayda geçmek. Nitekim, onların kışkırtmasıyla polis Beyoğlu polisi olduğunu gösteriyor, Timuçin Esen’i tartaklayarak, yerlerde sürüyerek, kelepçeleyerek karakola götürüyor. Bizim emekçilerin tezahüratları eşliğinde.
Esen’in sorgusunu, bir memur, bankın üstünde yapıyor. Komiser görünmüyor. Ama komiserin makamına rahatlıkla girip çıkan magazinciler adeta nispet yapıyor.
Burada bitse. Alkol muayenesi için, nedense, Esen’i İncirli’ye götürüyorlar. Öyle kolay olmuyor ama. Esen bindirildiğinde, kapıda bekleyen magazinci ordusu bu kez polis
minibüsünü yumruklayıp sallıyor. Bir yandan da küfürler savuruyorlar.
Elbette ana temaları, ‘seni biz yarattık’. İlginçtir, minibüsü yumruklanan polis, magazincilere engel olmuyor. Timuçin, neden engel olmadıklarını sorduğunda memurlardan aldığı cevap da pek ilginç: “Emir, büyük yerden.”
Taa İncirli’de alkol muayenesi yapılıyor. Timuçin, ilk arbedede kafasının yarılmış olduğunu fark ediyor. Taksim İlkyardım’a gitmeleri gerek, dikiş atılsın diye. Ama çıkışta, magazinciler yine kapıda. Bununla da yetinmeyip otobanda polis minibüsünü yakın takibe alıyorlar. Polisler de hız yapıp onlardan uzaklaşmaya çalışıyor. Kısacası, polisimiz gazetecilerin şerrinden kaçıyor. Takip edemesinler diye polis minibüsü İstiklal Caddesi’ne giriyor. Ama gazeteciler de. Yasak tanıyacak halleri yok ya.
Taksim İlkyardım’da Acil’de bir doktor Esen’e ‘sabahlara kadar çıkar gezerseniz böyle olur’ muamelesi çekince orayı terk edip Karakol’a dönülüyor. İfade verildikten sonra dikişler Amerikan Hastanesi’nde atılıyor.
Bize kadar yansıyan görüntüler, elbette montajlanmış. Fedakâr magazin emekçileri çoktandır kurmuş oldukları düzen sarsılsın istemiyor elbet. Polis ağabeyleriyle birlikte kurdukları tuzaklarla daha yakacakları çok can var.
Kendilerinde vehmettikleri güç, gazetelerindeki büyük ağabeylerinin de kendilerinde hissettikleri zorbalık hakkı. “Seni biz yarattık ulan” diye haykırdıkları adamın kendilerine şimdiye kadar bir kelime demeç bile vermemiş olması da mutlaka öfkelerini kışkırtmıştır.
Hepsinin büyüyüp yerine geçmeyi umduğu Bakan edalı Kenan Erçetingöz olay üstüne ne demiş: “Ne oluyor böyle anlamadım? Bunlar, ‘zavallı’, şöhretini kaybetmiş ya da eski şöhretini koruyamamış, aile yapısı bozulmuş, kendini alkole vermiş kişiliklerin davranışları. Ahh bu magazinciler. Ne hallere düştüler. Şuraya bak, şamar oğlanı gibi gelen vuruyor, giden vuruyor. Böyle giderse, yakında ipini koparan saldırmaya başlayacak ve kötü durumlar yaşanacak. Benden söylemesi...”
Kısacası, bunlar aynı zamanda ahlâk polisi. Emniyet’le bu kadar iyi anlaşmalarının nedeni de budur mutlaka. Sen de içki içme kardeşim, demeye getiriyorlar.
Bu arada, bize defalarca üst üste gösterilen, Teoman’ın apansız arkasına dönüp gazeteci yumruklama görüntüleri vardı ya. Hani saygısız popçu gazeteci dövüyor, görüntüleri. Biliyor muydunuz, meğer hiçbir sözlü tahrike gelmeyince Teoman’a fiziksel tacizde bulunmuşlar. Adamın kıçına el atmışlar. İyi mi?
Haydi, basın özgürlüğünden konuşalım.
Kaynak

Friday, September 11, 2009

Nesin Vakfi'na yardim...


Aziz Nesin tarafından kurulan ve eğitim olanaklarından yoksun çocuklara imkan sağlayan Nesin Vakfı, sel felaketinde büyük maddi hasar gördü. Vakfın kütüphanesi, mutfağı, tiyatrosu kullanılamaz durumda...

İSTANBUL - 1973 'te Aziz Nesin tarafından kurulan ve eğitim olanaklarından yoksun çocukların ''toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamayı'' amaçlayan Nesin Vakfı da sel felaketinden ağır yara aldı. 42 çocuğun barındığı vakıf tamamen su altında kaldı büyük maddi hasarlar gördü. Vakfın yöneticisi Ali Nesin, felaketin tahribatıyla ilgili vakfın sitesinden bir mektup yayınladı:

''Sevgili Dostlar,

Kötümserliğe kapılmaca yok. Hayat bir mücadeledir. Bu sel felaketini de bu mücadelenin bir parçası olarak değerlendirip eski günlerimize dönmek için canla basla, askla şevkle çalışacağız. Eskisinden daha da güzel bir vakıf yapacağız. Yarın çok daha kötü bir sel felaketi bekleniyormuş. Nasıl mümkünse! Elimizden geldiğince hazırlanıyoruz. Küçük çocuklarımızı anneleriyle birlikte İstanbul'daki evlerimize yolladık. Vakıf'ta sadece eli iş tutan gençler kaldı.

Görmeden anlaşılmaz ama felaketin boyutlarını anlatmaya çalışayım. Şu anda çamurdan bir vakfımız var desem abartmış olmam. Bodrum kat bastan aşağı, giriş katı bir buçuk metre kadar su altında kaldı. Bahçedeki su düne kadar boyu aşıyordu. Simdi suyu gitti diz boyu balçığı kaldı. Çizmeyi bırakmadan ayağınızı balçıktan kurtarmanız zor.

Selin sürükledikleri meyve ağaçlarının arasına takılmış, ağaçları eğmiş, kocaman bir bariyer oluşturmuş. O yemyeşil bahçeden geriye eser kalmadı. Çoluk çocuk hep birlikte o kadar da çok emek vermiştik ki… Hayvanlarımıza yem için ektiğimiz onlarca donum tarla bataklığa dondu. Seralarımız kimbilir nerelerdeler.

Komsu haradaki onlarca at boğuldu. Muhteşem atlardı. Hep birlikte koşmaya başladıklarında zemini zangır zangır titretirlerdi. Çocuklarımız, o atları küçücük boylarıyla çitin üstünden uzanarak, bahçeden kopardıkları tutam tutam çimlerle beslerlerdi. Minicik ellerle atların koca koca dişlerini yanyana görmenin keyfine doyum olmazdı ... Baskalarina para kaynağı olan o atlar bizim neşe kaynağımızdı. Gitti gider canim atlar.

Tiyatro salonumuz tanınmaz halde. Şu anda içine bile girilemiyor. Mutfağımız kullanılmaz durumda, içine zor giriliyor. Çamaşır makinaları, bulaşık makinaları, kurutma makinası, buzdolapları, fırınlar, soğutma depoları, kalorifer kazanı... Medeniyet namına ne varsa yok oldu. Et stoğumuz perişan. Kokuşmadan gömmek gerekiyor. Ama nereye? Her yer balçık.

Su, elektrik, telefon, internet kesik elbet. "Dereboyu"ndaki evime uzun süre ulaşamadık. Aziz Nesin'in en önemli notları oradaydı. Sel, ağaç kütüğünden karavana kadar, ne bulmuşsa önüne katmış tüm şiddetiyle akıyordu. Neyse ki ev yıkılmadı ve notlara bir şey olmadı. Mucize diyesim geliyor. Kullanılmaz hale gelen koltuk, kanape, yatak yorgandan ya da tamamen suya gömülen elbise depolarımızdan söz etmiyorum bile.

Bitirmek üzere olduğumuz "Sanatçı Evi" perişan. Yeni bastan yapacağız. Kitap depolarındaki on binlerce liralık Aziz Nesin kitabi mahvoldu. Aziz Nesin'in yıllarca biriktirdiği gazete koleksiyonunun büyük bir kısmını ciltletmiştik. Büyük ölçüde parasızlıktan ama bir miktar da ihmalkarlıktan ciltletemediğimiz binlerce gazete hamur oldu.

1976'nin Politika gazetelerini gördüm. İçim acıdı. Mezunlar dahil bütün büyük çocuklarımız Vakf'a geldiler. El birliğiyle Vakf'ı temizlemeye çalışıyorlar. Felaketin boyutunu anlamak için görmek, yaşamak lazım.
İki tesellimiz var:
1) Hiçbirimize bir şey olmadı.
2) Aziz Nesin'in bütün arşivi kurtarıldı. Çocuklarımızın ilk aklına bu notlar gelmiş. 3000 dolayında dosya... İnanilmaz bir surat ve imrenilecek bir işbirliğiyle çocuklar bütün dosyaları su basmadan kütüphaneden ikinci kata çıkarmışlar. Sabahın köründe uykularından fırlayıp...

Çocuklarımızın kimisi haylaz kimisi yaramaz kimisi söz dinlemez olabilir, ama hiç görmedikleri Aziz Dede'lerinin notlarının ilk kurtarılacak eşya olduğunu biliyorlar... Eğitim işte böyle bir şey olmalı. Her şeye karşın iyimserliğimizi elden bırakmayacağız ama. Sürekli ileriye bakmaya and içtik. Mücadeleye devam!

Sevgili Dostlar, Nesin Vakfı'nın ana binasını depreme karşı güçlendirmek gerekiyordu. Bu sel felaketiyle birlikte binanın zemini daha da zayıflamıştır. Binayı güçlendirmenin maliyeti 350-400 bin lira arasında.

Sel felaketi dolayısıyla zararımızın da (insan gücünü saymazsak) en az 500 bin TL dolayında olduğunu sanıyorum. Bizim boyumuzu fersah fersah asan meblağlar bunlar. En zor zamanlarımızda hep yanımızda olan sizlerden bütçenize göre bir katkı bekliyoruz.

Çok teşekkürler. Sizlere ve geleceğe inancımız sonsuz. Hepimizden sevgiler, saygılar.''

Ali Nesin


İnternetten bagis icin: https://secure.cs.bilgi.edu.tr/nesinvakfi/bagis.php.

Banka hesap numaraları:
TL hesapları:

İş Bankası, Parmakkapı Şubesi Şube kodu 1042 Hesap no. 0714327

Ziraat Bankası, Çatalca Şubesi, Şube kodu 130, Hesap no. 952 22 32 - 5001

Vakıf Bank, Çatalca Şubesi, Şube kodu 237, Hesap no. 434 84 59

Posta Çeki no. 164 00 09

Euro hesapları:

Ziraat Bankası, Çatalca Şubesi, Şube kodu 130, Hesap no. 952 55 01 -- 5003 (IBAN: TR 80000 1000 1300 9525501 5003)

Vakıf Bank, Çatalca Şubesi, Şube kodu 237, Hesap no. 400 79 36

Dolar hesabı:

Ziraat Bankası, Çatalca Şubesi, Şube kodu 130, Hesap no. 952 55 01 -- 5001 (IBAN: TR 37000 1000 1300 9525501 5001)

Vakıf Bank, Çatalca Şubesi, Şube kodu 237, Hesap no. 400 79 37

CHF hesabı:
Ziraat bankası, Çatalca Şubesi, Şube kodu 130, Hesap no. 952 55 01 -- 5002 (IBAN: TR 10000 1000 1300 9525501 5002)

Swift Kodlar:

Ziraat Bankası, Çatalca Şubesi Swift kodu: TCZBTR2A

Vakıf Bank, Çatalca Swift kodu: TVBATR2A. (Ntvmsnbc)
Kaynak

Herkesi yardim etmeye davet ediyorum.

Aksama toplanti var...

Bandista

Bandista bir aralık, bu darlık bu basmakalıp, bu ayık kafayla esrik taklitleri, bu aramızda yaşayan katilleri teşhir etmek gerek dedi evde uyuklarken. Uyanmak gerek dedi önce kendi kendine, evde bir gitar çaldı manuş, klarnet aktı meyanlı, kaydırmalı, akordeon zaten doldurmuştu köşe bucak, vurmalılar hazırdı "marş"a, başladı ev'in hikâyesi, varyetesi söküp söküp yapmanın.

Bandista evi şenlik kıyamet bir eylem bandosu şimdi ses vermekte ska, balkan, vertov, reggae, eşitlik, özgürlük, cango, votka, adalet, kökler sularından... Bandista evinde geceler gündüz gündüzler denktir geceye, bu evde güneş batsa da dinlenir ev hece heceye. Bu evin odaları geniş uzun dar hayal; bu evde mebzul miktar kapılar kilitsiz gıcırdar. Bu evde koridorlar, sokaklar ve meydanlar, sahneler salonlar dansla sesle hınçla çığlıklar... Bu ev bir dağ başında bir gettoda ya da down-town'da, bu ev dev bir karavan bu evi bulur arayan. Bu evin sakinleri kara kızıl mor renkleri, yeşil sarı turunç ve nar, bu ev binbir bedenle var. Bu ev döker alınteri, bu ev rahim yangın yeri; söndürür kandilleri nice esrik sever evi. Bu evde geçmiş hüzünle değil hüsnü kabulle, bu evde gelecek yokla değil beklenir telaşla. Bu ev tenha bu ev dar-maduman kanma yalan, gözyaşları ağıtlar destanlar epik tasalar, bu evde yasalar değil ses verir yoldaş maison'lar!

Son donemde dinlendigim en eglendirici grup. Asagidaki postta ille de rumba sarkilarinda yaptiklari cover sonrasi beni cocukluguma getirince atmistim. Gec olmadan hemen bir postta bu guzel adamlarin grubu icin yapalim. Adamlar müzigi keyif icin yaptiklarini ve para talep etmediklerini belirtiyorlar. Albumlerini bedava olarak grubun sayfasindan indirebiliyorsunuz. Aha burada. Cayir cayir soyluyorlar sol tandansli sarkilarini bu guzel adamlar. Hem de hic alisilmadik ve farkli bir sekilde. Dinleyin, dinletin, eglenin eglendirin efenim.

Thursday, September 10, 2009

Thursday, July 16, 2009

Friday, July 3, 2009

Jamiroquai - Love Foolosophy


Cok seviyorum bu adami yaa. Bu da en sevdigim sarkisi. Yana da paparazziye delirip saldirmasinin bir fotusunu koydum. Surekli dinlemek lazim bu arkadasi. Insanin gününü güzellestiriyor.

Thursday, July 2, 2009

Patricia Kaas - La Vie En Rose



Biraz da insanin içe dönüşü...Politikadan uzak düşüncelere dalış... Bence Patricia Kaas, Edith Piaf'tan daha iyi soylemis...

Youtube'a giremeyenler için link Ktunnel la girilebilir.

Leman - 12 Eylül Oneri


Oldukca anlamli bir kapak bence. 2 asagidaki postta da belirttigim gibi gecmisteki utanclarimizla yuzlesmeliyiz.

Avrupa birligine ait oldugunu hissetmek !!!

Polis şiddetini gizlemeye çalışan müdüre acıma yok

enova'da 2001 yılındaki olaylı G-8 zirvesinde yaşanan polis şiddetini örtmek için yalan beyan verdirmekle suçlanan Gianni De Gennaro'nun iki yıl hapsi isteniyor


ROMA - İtalya’da askeri ve sivil istihbarat teşkilatlarının koordinasyon ve idaresinden sorumlu Güvenlik İstihbarat Departmanı (DIS) Müdürü Gianni De Gennaro hakkında iki yıl hapis cezası istendi.
De Gennaro, Cenova’da 2001 yılındaki olaylı G-8 zirvesinde polisin küreselleşme karşıtlarına uyguladığı şiddeti konu alan davada, dönemin emniyet genel müdürü olarak güvenlik birimlerini yalan beyanat vermeye zorlamakla suçlanıyor.
Genova’da görülen davanın duruşmasında Savcı Enrico Zucca, o tarihteki Cenova Emniyet Müdürü Francesco Colucci’yi yalan beyanata zorladıkları gerekçesiyle De Gennaro’nun iki yıl, Cenova polis istihbarat amiri Spartaco Mortola’nın ise bir yıl dört ay hapis cezasına çarptırılmasını talep etti.
Savcı Zucca, zirve sırasında polisin küreselleşme karşıtlarının konakladıkları Diaz okuluna düzenlediği baskın esnasında uyguladığı şiddetin örtbas edilmesi amacıyla emniyet görevlilerinin üst düzey amirler tarafından yalan beyanata zorlandıklarını savundu.
Mahkeme, savunmayı da dinlemek üzere davaya 15 Temmuz’da devam edilmesini kararlaştırdı. Hakkında 2 yıl hapis cezası istenen De Gennaro, halihazırda DIS Müdürü olarak görev yapıyor.(aa)

Link

Evet gercekten biz avrupa topluluguna girmeliyiz. Ne ekisigimiz var degil mi? Hatta daha ileriyiz degil mi? Bizi istemeyeni biz hic istemeyiz degil mi?


Madimak 16.yil



Bir insanlik ayibi. Utanc... Asil utanc ise 16. yilinda hala muzelestiremedigimiz kebaci-otel-bina. Bu zihniyetin hala derinden devam ettigini düsünüyorum. Sadece geride bekliyor. Bu acilarimizla yuzlesene kadar, bu utançta hepimizin payi devam edecek. Susmamali, insan olmaliyiz... İnsan...

Wednesday, July 1, 2009

7 yil boyunca her gun grubu...




Haftasonu Istanbul'daydim. Yillar sonra bir lise arkadaslari ile bulustuk bogaza nazir bir mekanda 5 buyuk yesil efe'nin destegiyle!! Basrollerde ben, zo, aywa, buyukbilmemne ve setin... Mustakbel bayan Aywa'da olay yerinde hizli bunyelere akan rakıya dur diyemedi. Bazi yerler cok flu; ait olmadigimiz bir dugunde halay ve kolbasti denemeleri, bize bakan saskin gozler. Yillar sonra hayattaki butun rollerinden siyrildigin bir ekip. 11-18 yas arasi her gunününü beraber gecirmis, birbirinin en özel ve güzel (!!!) anilarini bilen bir toplulugun bir gece icin tekrar o rahati yakalamasi. Geri gelmeyen ve yuksek özlemle anilan gunler. Her bulusmada ayni konulari konusup yerlere yatsakta bundan inanilmaz bir haz aliyorum(z). Setin ile gorusmeyeli tam 9 yil olmus. Ama sanki araya sadece haftasonu girmis gibi. Beyazlar dusmus yanlara ama karizma olmus bence. Öyle bir ekip ki yilalrca gorusmesende kaldigin yerden devam edebildigin. Bu kadar sifatlarin doldurdugu bir dunyada lakaplarla birbirine seslenebilmek. Bana bisey olursa beni kollayacaklarini sahip cikacaklarini bilmek. Zo'nunda ertesi gun dedigi gibi; üniversite yillari biraz kopuk herkes icin. Kimisi icin hayati, kimisi icin kizlari, kimisi icin de kendi ile kavga ve anlama cabalari...

Sonuc olarak: yillar sonra da olsa yeni anilarimiz olusmaya basladi.

Not; Sabaha karsi buyukbilmemne'nin telefonunu alip.... neyse...

Madonna - Secret



Alttaki posttan sonra kalan saglar bizimdir diyelim ve ayni donemin bir diger yıldızınin belki de en sevdigim sarkisiyla analim...

Michael Jackson ve geri gelmeyen cocuklugum...


Michael Jackson - In the Closet
Yükleyen djoik. - See the latest featured music videos.

Ölüm haberini alinca ve 51 yasinda oldugunu farkedince irkildim. Ciddi ciddi, cocuklugumun bittigini gosteriyordu bu. Bana kalsa adam hala 27-28 yasinda. Meger herif annemden bile buyukmus. Herkes gibi bende de garip bir his yaratti ölümü. Son donemini cok sancili yasadi. Ama baslikta ve yukarida da bahsettigim gibi, benim icin sadece bir ölüm haberi degildi. Baska biseyler farkettim. Sacimda ilk beyazim da cikmisti zaten. En cokta 3 ay tatile girmeyi özlüyorum bu aralar...

Thievery Corporation - Lebanese Blonde



Uggy'nin güzel asisti ve Lowrider'in golu. Itinayla soguk icecek esliginde dinleyiniz...

Friday, June 26, 2009

İçiyorsam sebebi coook...

arpa suyu from graphicman on Vimeo.



Bobilerden muhtesem video...

Friday, June 5, 2009

Ohaaaaa!!!!! Frank Rijkaard

Maymun et bizi............

Friday, May 29, 2009

Cuba sunrise beach





SOS - Ratotes Coloraos - Falete -

Bir gidemedik Kuba'ya. Sarhos, takim elbise ve plajda sabahi bekleyis, elde martini sisesi...

Depdeli ortamlar feat Ciara...


Love Sex Magic - Ciara featuring Justin Timberlake

Bu homoseksuel kılıklıdan bu kadar iyi parca beklemezdim veya ben boyle sarki begenmezdim onceden.

Sting - Fragilidad


Fragilidad - Sting

Thursday, May 21, 2009

Monday, May 11, 2009

Barcelona


Barcelona taraftari...

Monday, April 27, 2009

Can Dundar'dan bir yazi...

İstanbul’un göbeğinde başı kesilerek katledilen 17 yaşındaki kızın ölümünü 54 gündür aydınlatamayan Emniyet’in başındaki isim Celalettin Cerrah...
Kendisini Ayşe Arman arıyor:
“54 gündür aileye neden bilgi verilmediğini” soruyor.
Cevap:
“Ekiplerimi onlara yollamadığımı nereden biliyorsunuz?”
“Çünkü onlarla konuşuyorum” diyor Ayşe...
Cerrah soruyor:
“Kızlarını neden takip etmediklerini de söylediler mi size?”
Şaşırıyor Ayşe:
“Nasıl yani” diyor.
Bundan sonraki cümleler en hafif tabiriyle utanç verici:
“Sizin kızınız olsa, kaçta eve gelmesini istersiniz? Gece erkek arkadaşının evinde geç saatlere kadar kalmasına izin verir misiniz?”
* * *
Buna verilecek tek cevap var:
“Sana ne?”
Cerrah’ın görevi katili bulmak... Mağdur aileye çocuk eğitimi hesabı sormak değil...
Kaldı ki Ayşe’nin röportajı, ailenin, kızlarının attığı her adımdan haberdar olduğunu ortaya koyuyor. Her toplumda genç kızları öldürüp testereyle kafasını kesen sapıklar çıkabilir.
Mağdurun fakir, şüpheli ailenin zengin olduğu her toplumda adalet, işi ağırdan alabilir.
Ama hiçbir uygar toplumda polis şefleri yas tutan bir aileye pedagoji dersi vermeye kalkmaz. Kalkarsa da bir daha o koltuğa oturamaz.
Onu orada tutmaya ne cemaat aidiyeti yeter, ne de politika desteği...
* * *
Cerrah’ın ilk vukuatı da değil bu:
Daha önce Hrant Dink katledildiğinde, ancak mahkemenin varabileceği hükmü aceleyle vermiş, “Bu cinayet örgüt işi değil, milliyetçi duygularla yapılmış” hikmetinde bulunmuştu.
Daha sonra cinayetin arkasında örgüt çıkmasından hiç rahatsız olmadı.
Hükümet’in Lübnan’a asker gönderme kararını protesto eden 4 göstericiye tekme tokat linç girişiminde bulunulduğunda ne demişti Cerrah:
“Vatandaşlar haklı olarak tepki göstermişler. Güzel bir tepki...”
Emniyet’ten onaylı “güzel tepki”ler ağırlaşarak sürdü, ama bu linç kampanyasından Cerrah hiç suçluluk duymadı.
Konu silaha gelince de demişti ki:
“İlkokuldan beri ateş etmeyi öğretirim çocuklarıma... Ateş etmek rahatlatır insanı... Patlayan tabanca sesi huzur verir bizim gibilere... Stresini alır...”
Biz hiç bu eğitimin muhtemel sonuçlarını soramadık Cerrah’a...
Kaç silahşor, stres atarken masum kanı dökmüştü; bilemedik.
* * *
Fransa’da trafik hata puanı dolduğu için ehliyetine el konulanları yeni ehliyet için sil baştan kursa yollamadan önce, bir süre trafik kazazedelerinin yattığı hastanelere çalışmaya gönderiyorlarmış; yaptıklarının anlamını daha iyi kavrasınlar diye...
Acaba katili bulamayınca mağduru suçlu ilan eden bazı polis şeflerini de kurban ailelerinin yanına yollayıp terapiye mi almalı?
Acılı baba, 3 Mayıs’ta katil zanlısının evine koyacağı siyah çelengi, asıl İstanbul Emniyetine mi bırakmalı?
İnanın şüpheleniyorum artık:
Acaba kimse kızını evden çıkarmasın, çıkaranlara da ibret olsun diye mi katilleri bulmuyorlar?
Yoksa vicdan sahibi bir insan, 17 yaşındaki kızını, başı gövdesinden ayrılmış halde çöpte bulan bir aileye, “Siz de kızınızı takip etseydiniz” diyebilir mi?
Azıcık vicdan istiyoruz; birazcık vicdan...
Çok mu?
Yok mu?

Link.

Friday, April 24, 2009

Bill Evans Waltz for Debby


BILL EVANS-WALTZFOR DEBBY - BILL EVANS-WALTZFOR DEBBY

Evet bir onceki posttaki videomuz biraz fazla "cosmuş" olunca ailenin iyi evladi hesabi yaparaktan cok hos bir jazz parçası müthis piyanist Bill Evans abimizden geliyor. Pavane'ı bulsam onu koyacaktim ama bu da fena degildir.

Smack My Bitch Up


Smack My Bitch Up(18)(Uncensored) - Prodigy

Bir onceki postun donemi, 90 larin baslari diyebiliriz. Bir gerizekali eleman vardi o bahsetti ilk bu gruptan. Yaw nedir ne degildir demeden bir anda bizi de sardi, hepten tipimiz degismeye basladi. Istanbula konsere geldi, kacirdik diye dagildik falan derken kayboldular piyasadan. Sonradan yaptiklari zorlamadan ileriye gecemedi. Hani derler ya mihenk tasi diye, Prodigy bizim icin alasiydi...

Laco Tayfa - Surmat


Laco Tayfa - Surmat -

Bir 90'li yillar efsanesi... Klarinetciye dikkat ...Müzikteki kalite, cok seslilik, doublemoon farki tabii. O zamanlar dunya muzigi yapiyor bu herifler, cok ileride abi derdik. Rage Against the Machine aralarinda dinlerdik. O kadar sarmis. O gunlerden bugunlere bir insanin iticilige hizli kosusu episode full throttle...

Rabbime sordum Dr. Dre ft. Snoop Dogg dedi...


Dr Dre ft. Snoop Dogg - Still D.R.E. - Dr Dre ft. Snoop Dogg

Eski ruh hastalarindan kim kaldi yahu...Cok fazla hiphop rap le alakam olmasada bu sarki eskiden beri cok severim. Klibinide az once izledim. Ne hasta adamlarmis bunlar yahu...

Wednesday, April 15, 2009

Krallar hep onden gider...


GSMobile - "Harry Kewell" Ad - TF


GSMobile - "Arda Turan" Ad - tf

Cok seviyorum bu herifleri yahu...Reklamlar da super olmus.

Tuesday, April 14, 2009

Alkis...


Bobilerden yine muthis olmus.

Monday, April 6, 2009

Orantisiz guc kullanimina cevap...



Sahaya inen benfica taraftarını orantısız güç kullanarak feci döven polislere önce bir oyuncu tekmeyle yanıt veriyor, sonra sahaya inen taraftar feci dayak atıyor.

Monday, March 30, 2009

12 Angry Men



IMDB de gelmis gecmis en iyi 9. film olarak gozukuyor. Daha da yukarida olabilir aslinda. Son derece zeki bir senaryo. Bir odada gecen film, gercekten basindan itibaren sizi sariyor. Cok iyi oyunculuklar ve harika seneryo birlesince 1957 yilinda cekilen bu filmi bir yerden bulup mutlaka izlemeniz gerekiyor. "Yok deli oglan, siyah beyaz film beni boguyor" diyenler bile kendini zorlayip oturup baslamali filme. Zaten devami gelir. 3 film birden tanitmis olduk boylece efenim, manidar oldu :))

The Man from Earth


Offff, film hakkinda hicbirsey anlatmiyorum. Sadece; son yillarda izledigim en iyi film. Harika seneryo. Atv'nin besinci sinif filmleri gibi basliyor, oyuncular da o tarz zaten ama bu ne bicim seneryodur kardesim. Uyudum ruyama girdi. Oy oy oy diyerek mutlaka ama mutlaka izleyin diyorum.

Little Miss Sunshine



Oldukca enteresan ve bunalim karakterlerin oldugu, insanin icini isitan ve gulumseten hos bir film. IMDB de en iyi 250 arasinda. Filmin basi, sonu, isleyisi hep siradan gidiyor gibi ama aslinda satir aralarinda cok seyler var. Yeni Jim Carrey; Steve Carell müthis oynamis. Gerek yok bence komediye, devam etsin boyle abim. Dede, abi, kucuk kiz muthis. Anne baba uyuz, daha iyi tipler bulabilirdi belki. İzlenilesi bir film...

Thursday, March 26, 2009

Yildirim Turker arsivinden bir yazi



Gene onun ismi dolaşıyor ortalıkta.
Hrant'ın katledilmesinde önemli rol oynadığı ortaya çıkan, içerideki küçük çetenin en afili abisi Erhan Tuncel'in bir telefon kaydında geçiyor şimdi de. Kayıtlar, Tuncel ile emniyette kendisinden sorumlu polis memuru Muhittin Zenit'in kentten ayrılması sonrası birlikte görev yaptığı ve 'Memduh abi' diye hitap ettiği polis memuru arasında geçen konuşmaları kapsıyor.

Tuncel, abisine Muhsin Yazıcıoğlu'nun Trabzon gezisinde (birlikte fotograflarını da görmüştük) görev alacağıyla böbürleniyor ve ona, "Muhsin Başkan geliyor. Ona eşlik edeceğim" dedikten sonra gezinin programını ayrıntılı olarak bildiriyor.
Sanayi'deki Cuma namazını müteakiben esnafla görüşülecek. Ve sonra da Muhsin Başkan'ıyla özel olarak önemli meseleler görüşecek: "Yasin'in konusunu da görüşeceğiz. Avukatı da çağıracağız, avukat da gelecek. Hee Yasin'in sonraki ceza olayını mı, hı, hı, tamam görüşürüz."

BBP ve Yazıcıoğlu, Hrant cinayetinin gönülsüz aydınlatılma tefrikasında sıkça karşımıza çıktılar. Yazıcıoğlu, Tuncel'le birlikte görüldüğü fotograf için, "Ben halkın içindeyim, herkesle fotografım olabilir. Sözünü ettiğiniz Tuncel'i tanımam bile. Alperen Ocakları'nın da üyesi değildir" demişti.

Azmettirici Yasin Hayal de 2000 yılında amcasıyla birlikte gidip BBP'ye üye olmuş, MacDonalds'ı bombalayıp yattığında da bir BBP'li olarak il başkanı tarafından maddi yardımla taltif edilmişti.
Muhsin Yazıcıoğlu'nu unutmak üzereydiniz, öyle değil mi?
On yıldan fazla zaman geçmiş. Gene bir kilitlenmenin anahtarı olduğu ikbal günlerinde onun için 'Parlamenter Sistemin Azizi' başlıklı bir yazı yazmıştım. "Her şeyin battığı, oyunun tökezlediği, etik'in tamamıyla ayaklar altına alındığı noktada görmezden gelinen çatlaklardan, aralık bırakılmış kapılardan çıkıveren azizlerden biri o. Kir pas içinde."

Muhsin Başkan'ın gölgesi, Hrant katillerinin olduğu gibi birçok kanlı katilin üstüne düşmüştür. Hatırlayalım.
"Ben yoksulluğun cenderesinden geçmiş bir çiftçi ailesinin çocuğuyum" diyor. "Koltuğumuzun altında tezek götürerek okullar okuduk."
12 Eylül öncesi, ülkücülerin kalesi olan Veteriner Fakültesi'nden mezun oldu. Fakültedeyken güreşmiş. Adı pehlivana çıkmış. Fakülteden sonra Ülkü Ocakları içinde sivrilerek 1977'de Genel Başkan oldu. 12 Eylül darbesinden sonra Mamak'da yedi yıl geçirdi. Bir sürü cinayetin ve bombalamanın sorumluluğundan idam talebiyle yargılandı. Ülkücü Gençlik Derneği'nin bir dönem hukuk masası şefliğini yürütmüş olan itirafçı Ali Yurtaslan, Yazıcıoğlu'nun cinayet ve bombalama emirleri veren, soygun çeteleri kuran bir lider olduğunu kaydediyor. 1978'de ülkücü militan Baki Yeşiloğlu'nun öldürülmesinden sonra Balıkesir Cezaevi'nde çıkan isyan üzerine de, "Muhsin Yazıcıoğlu, bunun öcü alınmalıdır, dedi. Bunun üzerine cezaevinde isyan çıkarıldı. Hatırladığıma göre iki-üç kişi öldürüldü. Ülkücülerin burnu bile kanamamıştı" diye ekliyor.

Bahçelievler'deki katliamın üzerinde de izi var. Katliama karışan ülkücülerin hepsini tanıdığı, onların kimliğini açıklamayı reddettiği, Haluk Kırcı'ya kaçak yaşadığı yıllarda para yardımında bulunduğu biliniyor. Kendisi de ifadesinde bunu kabul ediyor.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun aynı babalığı, aynı sadakati Abdullah Çatlı'dan da esirgemediğini biliyoruz. Çatlı, 1978'de Balgat katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivan ile birlikte yakalandığında Yurtaslan'a göre, "Ankara'ya geldiklerinden bir saat kadar sonra Yazıcıoğlu şubeye telefon etti. 'Bu size son ihtarım. Abdullah'ı bırakmazsanız Ankara'nın 150 yerinde bomba patlatacağız' diye tehdit etti. Gerçekten de ihtar olarak Demirtepe Köprüsü'ne bir bomba konulmuştu. Polis patlamadan bombayı aldı. Abdullah, tehditten sonra bırakıldı."

Yazıcıoğlu'nun bir yığın soygun ve gasp olayı örgütlemiş olduğu, gerekli silahları temin ettiği, sonra 'pis silah' denilen kullanılmış silahların taşraya sevkini sağladığı da yaygın olarak ileri sürülen iddialardan.

Yurtaslan itiraflarında, Yazıcıoğlu'nun 1978 yılında, Sivas katliamında da başrol üstlendiğini belirtiyor: "1978 sonlarındaki Sivas olaylarını Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu tertiplemişlerdir.
Yazıcıoğlu Sivas'a giderek bizzat olaylara önderlik etti."
Pehlivan'ın geçmişi hakkında ilk elde oltaya yakalananlar bunlar. Cinayet, gasp, soygun, katliam.
Kırcıların, Çatlıların, Tuncellerin hamisi. Muhsin Başkan.
Memleket tarihinin son 30 yılında hemen her felaketin, her karanlığın kıyısında gölgesiyle karşılaştığımız parlamenter aziz. Gerçek 'bir bilen'.

Nitekim, Çatlı için, "Kanaatim o. Kaçmayıp mahkemeye çıksaydı beraat ederdi. Birçokları gibi şimdi Meclis'te olurdu" diyordu. Haksız mı?
Muhsin Yazıcıoğlu, seçimleri çoktan kazanmış olduğunu, her partiden, her kademeden dost ve ahbapları olduğunu bilmenin verdiği rahatlık içinde hiçbir zaman sağ partileri karşısına almadı. Refahyol'a destek verirken de Anayol'a arka çıkarken de hep hükümette olduğunu biliyordu. ANAP'a şükranlarını sunuyor, kendisine 'katil' demiş olan Çiller'i kısa zaman sonra affediyordu. Çiller ondan özür dilemişti. Meğer, 'seçim atmosferinde danışmanlarından önüne gelen bildirimlere göre değerlendirme' yapmış. O hep partilerüstü bir lider olmayı amaçladı. "Milliyetçilik anlayışımızın katı ırkçılık noktasına gitmesini dengelemek için İslam'ın birleştirici, hoşgörülü prensiplerinden istifade ediyoruz" diye açıklıyordu partisinin duruşunu. Bu beyanatını desteklemek için de insanı allak bullak edecek bir ayrıntıya başvurduğunu hatırlarız: "Mesela partimiz mensubu milletvekili arkadaşlarımızdan hanımı Kürt olan var." Ne büyük esneklik, ne derin inkişaf, değil mi? Demek geçmişte olsa o kadının, hatta kocası murdar olduğuna göre her ikisinin de beynine birer kurşun. Ama İslam anlayışı, Anadolu geleneğine uygun: Hoşgörülü şeriat.

Gerçi partisinin yayın organında kendisini eleştiren gazetecilere, "Onları gecenin karanlığında ya da gündüzün aydınlığında ansızın bir sürpriz bekliyor. Kınından çıkarılan bir kılıcın kahpe soyluların kökünü kazıyana kadar bir daha kınına girmeyeceği bilinmelidir" gibi tehditler yayınlanıyordu, ama Muhsin Başkan her şeye rağmen ayakta kaldı.

Şimdi, gündüzün aydınlığında Hrant'ımızı alçakca katledenlerin de başkanı, hâmisi olduğunu görüyoruz. On bir yıl önce onun hakkındaki yazıyı şöyle bitirmişim: "Muhsin Yazıcıoğlu çok güçlü olduğunu biliyor. Devletinin başında. Kendisi ile uzlaşmayanı geçmişinin karanlığına çekiverecek bir güç var onda. Onun diyeti daha uzun süre ödenecek. Gün, onun günü."
Şimdi kim bilir, devran döndü mü?
Kaynak 1 Kaynak 2

Fotograf Radikalin Bahcelievler katliami icin yaptigi haberden. Yazi ise 28 Nisan 2008 tarihli. Yani yaklasik 1 yil oncesine ait.

Leman


INGLORIOUS BASTERDS



Enzo Girolami Castellari‘nin 1978 yapımı olan “Quel Maledetto Treno Blindato” adlı filminin tekrar beyazperdeye uyarlaması olan “Inglorious Basterds" için Quentin Tarantino, Brad Pitt ile ilk kez bir araya geldi. Film Haziran'da gosterime girecek.

Wednesday, March 25, 2009

IF Performance Hall persembe sorunsali


Her hafta mail, facebook veya ilanlar ile cok iyi isimlerin geldigini goruyorum. Hemen detayina tarihine bakiyorum, "if" te persembe aksami. Yahu, nasil gidelim diye sinirlendigimde hep aklima üniv. yillari geliyor. Her persembe Manhattan'a giderdik istisnasiz. Ertesi günde okula giderdik hic te koymazdi. Ancak artik oyle mi? Ya ben yaslandim, ya da is hayati gercekten zorluyor insani. Gecen en son B. Ortacgil'i gordum. Yine persembe gunu. Acikcasi, adam bize gelse persembe gecesi, almam iceri ertesi gün is var diye.

Sahi uzun zamandir ben bara da gitmiyorum. Ne oluyor yahu, 30 olmadan nedir bu kadar degisim....

Portecho - Studio Plastico


Portecho - Studio Plastico



Yeni albumleri cikti. Oldukca gec kesfettim acikcasi Portecho'yu. Yurt disindayken boyle kacirdigim veya gec kesfettigim cok sey var. Hic olmazsa ikinci albumlerinin haberini vereyim buradan. Tarzi cok desigtirmemisler, cok hos simdilik. (sadece 2 sarkisini dinledim.) Yukariya ayrica medyanin yeni ugrasi olacak videolarini da ekledim.

AİHM’den Türkiye’ye Vicdani ret’ hakkını tanı uyarısı


Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi, "vicdani ret" hakkını gerekçe göstererek askerlik yapmak istemeyen bir vatandaşın açtığı davada, davacının "birçok kez hapis cezasına çarptırılması" nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aldığı karara (AİHM) Türkiye’nin uymasını istedi


Ara kararda, daha önce de delegeler komitesi tarafından yapılan çağrıya rağmen, Türkiye’nin AİHM kararına ilişkin somut tedbirler almamasından "büyük üzüntü duyulduğu" belirtildi.
Delegeler Komitesi tarafından alınan ikinci ara kararda, şu anda asker kaçağı durumunda bulunan davacı Osman Murat Ülke adlı vatandaşın aynı suçtan birden fazla kez mahkum olmaması gerektiği belirtildi ve bununla ilgili yasal düzenlemenin artık vakit geçirilmeden yapılması istendi.
AİHM’nin ilgili dairesi, 24 Ocak 2006 tarihinde aldığı kararda, "Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) kötü muamelenin yasaklanmasıyla ilgili 3’üncü maddesini ihlal ettiği" hükmüne varmış ve Ülke’ye 11 bin avro tazminat ödenmesini kararlaştırmıştı.
Gerekçeli kararında Ülke’nin "vicdani ret" görüşüne ilişkin hüküm vermeyen AİHM, başvuru sahibinin aynı nedenden defalarca aldığı cezalar yüzünden "acı çektiği" gerekçesiyle, Türkiye’nin insan hakları ihlalinde bulunduğu görüşüne varmıştı.
AİHM, AİHS’nin özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5’inci, özel ve aile yaşamına saygı ilkesiyle ilgili 8’inci, din ve inanç özgürlüğünün korunmasına ilişkin 9’uncu maddelerinden yapılan başvuruları ise reddetmişti.
Delegeler Komitesi, daha önce de bu konuda 2007 yılında Türkiye aleyhine bir ara karar yayımlamıştı.(aa)

Kaynak

Kose yazilari


Takip etmek lazimdaki kose yazilarini yeniledim. Hala bazi eksikler var, mesela Radikal'dekileri ekleyemedim. Direk olarak link verilmiyor, illa o gun tekrar girmek gerekiyor. Onceden yoktu bu problem ama degistirmisler. Mümkün oldugunca genis acilari gormekte fayda var dusuncesindeyim. Oray Eğin'i okuyacagimi zannetmezdim ama hic de fena degil acikcasi.

Tuesday, March 24, 2009

Ankara’da liseye NAZAR KURŞUNU


İki mezunu doğalgazdan ölen, bir öğrencisi bıçaklanan Çankaya Milli Piyango Anadolu Lisesi müdürünün ‘nazar var’ diye kurşun döktürdüğü iddia edildi

ÖSS’de büyük başarı gösteren Çankaya Milli Piyango Anadolu Lisesi’nin müdürü Ali Okur’un “öğrencilere nazar değiyor” diyerek okulda kurşun döktürdüğü öne sürüldü.
Ankara’yla ilgili haberlerin yer aldığı www.baskentlilerhaber.com adlı internet sitesinde Ahmet Polat isimli bir yazar, Okur’un liseye üfürükçü iki kadın çağırıp kurşun döktürdüğünü öne sürdü. Yılbaşı gecesi Ankara’daki doğalgaz faciasında ölen gençlerden ikisinin de bu okuldan mezun olduğunu yazan Polat, Okur’un çareyi kurşun döktürmekte bulduğunu savundu.
Polat’ın, daha önce Milli Piyango Anadolu Lisesi’nde İngilizce öğretmenliği yaptığı öğrenilirken, Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Başkanı Tuğrul Culfa da sendikaya ulaşan bilgiler doğrultusunda olayın doğru olduğunu öğrendiklerini söyledi. Culfa, şunları anlattı:

‘Bir uğursuzluk var’
“Sendikamıza gelen bilgilere göre, 2 Ocak’ta, girişte yer alan hizmetli odasında iki kadın kurşun döküyor. Durum okul müdürüne iletiliyor. Okul müdürü, ‘Ben işiniz olmayan yere girmeyeceksiniz demedim mi?’ diyerek öğretmenlere bağırıyor. Müdür, 1 Ocak’taki doğalgaz faciasında ölen iki öğrencinin bu okuldan mezun olduğunu, okul bahçesinde ders çıkışında 9. sınıf öğrencisinin bıçaklandığını ve bir öğrencinin babasının öldüğünü belirterek, bu olayların arka arkaya yaşanmasının normal olmadığını ve okulun üzerinde kara bulutlar dolaştığını ifade ediyor.
Müdür, bu olaylardan dolayı insanların ‘okulda bir uğursuzluk var’ diyerek kendisine geldiklerini söylüyor. Yine gelen bilgilere göre, müdürün bilgisi dahilinde, uğursuzluğun gitmesi için kurban parası da toplanıyor. Olayın internet sitesinde yayımlanması üzerine müdür, olayı inkâr ediyor.
Eğitim sorunlarının bilimsel yöntemlerle çözümü yerine, bu tarz hurafe yaklaşımlarla çözüm arama girişimleri bakanlığın gerici, ırkçı kadrolaşmasının sonucudur. Laik, bilimsel eğitim verilmesi gerekirken hurafe yaklaşımlarla eğitimin sorunlarına çözüm arayanları bakanlık derhal görevden almalıdır.”

İddiaları reddetti
Okur ise kurşun döktürme gibi bir olayın yaşanmadığını belirterek, iddiaları reddetti. Okur, daha önce okulda çalışan İngilizce öğretmeni Ahmet Polat’ın, yaşanan bazı sorunlar nedeniyle başka bir okulda görevlendirildiğini söyledi. Ankara’da yeni yılı kutlamak için Birlik Mahallesi’ndeki bir evde toplanan ve sızan doğalgazdan zehirlenerek hayatını kaybeden Bilkent Üniversiteli 7 öğrenciden Özgür Attila ve Oğuzhan Tozburun, Milli Piyango Anadolu Lisesi’nden mezun olmuştu.

Kaynak

Vay be, okulumuzu rezil de ettiler sonunda...

Monday, March 23, 2009

Thomas Cromwell



1533 yılında, ingiltere ve ingiliz egemenliğindeki bölgelerde, dini konularda ya da diğer meselelerde en üst karar merci olan papaya yapılan tüm başvuruları yasaklayan; bu konularda ingiliz kralı viii.henry’nin tek yasal otorite olarak kabul edilmesini sağlayarak ingiliz reformunun temelini oluşturan yasayı (bkz: statute in restraint of appeals) hazırlayan ingiliz devlet adamı, essex kontu. bu yasayla birlikte ingiltere, papa'nın ve katolik kilisesinin yargılama yetkisi altından çıkarak bağımsız egemen bir ulus-devlet haline gelmiştir.

cromwell, 1485‘te putney-londra’da bir demircinin oğlu olarak dünyaya geldi. gençlik yıllarının büyük bir kısmını avrupa’da muhasebicilik, tüccarlık ve askerlik yaparak geçirdi. 1512’de ingiltere’ye döndükten sonra hukuk eğitimi aldı ve kardinal thomas wolsey’in hizmetine girmeden önce bir süre avukatlık yaptı. 1523’te lordlar kamarasına seçildi ve kariyerinde hızla yükselmeye başladı. cromwell 1530’da kral viii.henry’e danışman olarak hizmet vermeye başladı. takip eden yıllarda hazine sekreterliği, dışişleri bakanlığı ve baş katiplik gibi görevlerinde bulundu. 1535’te viii.henry tarafından son vekilharç olarak atandı.

cromwell 1535 ağustos'unda kendisinin de dahil olduğu bir grup resmi görevliyle birlikte imparatorluk topraklarındaki manastırları teftiş etmeye başladı. cromwell'in hazırladığı rapor neticesinde viii.henry 376 manastırı kapattı ve manastır topraklarına el konuldu. el konulan topraklar asillere, tüccarlara ve bir kısmı da çifçilere yok pahasına satıldı. bu süreç sonunda elde edilen rant, manastırların kapatılmasının daha geniş bir kısım tarafından desteklenmeye başlaması anlamına geliyordu. ancak, st.thomas becket mabedinin yıkılması katolikler arasında infial yarattı ve 17 aralık 1538’de papa hıristiyan dünyasına viii.henry’nin katolik kilisesinden afaroz edildiğini duyurdu.

henry’nin 3.karısı jane seymour 1537’de öldüğünde, cromwell bunun saksonyadaki protestanlarla müttefik olmak için bulunmaz bir fırsat olduğunu düşünerek henry’nin anne of cleves’le evlenmesini sağladı. ancak viii.henry’nin bu evliliği bir felaketle sonuçlandı ve cromwell 28 temmuz 1540’ta londra kulesi'ne (tower of london) gönderilerek idam edildi.

Kaynak; eksi sozluk/denzo
Ayrica bu var.